7:15 pm - CHP’li Topaloğlu iddialı konuştu: ‘Bakırcılar Çarşısı’nı turizme kazandıracağız!
2:48 pm - Muhtar, Seymenoğlu kaza geçirdi
9:32 am - Erdoğan memleketinde kan kaybediyor: ‘Bu oy verdiğimiz AK Parti değil’
9:22 am - Çay Erdoğan’dan termos belediyeden: Kardeş payı ihale… “100 bin yetmedi 30 bin daha”
9:14 am - Şeyhlik mücadelesi kavgaya dönüştü: Menzilciler sokakta birbirine girdi
6:14 pm - Rize’de il müdürü oldu soluğu AKP il başkanı Ayar’ın yanında aldı CHP tepki gösterdi
5:54 pm - CHP adayı Topaloğlu “Esnafın kullandığı suya indirim yapacağız”
Seçim yenilgisinden ders çıkarmak için derin bir tartışma lazım. Geçmiş önemsiz değil. Bundan sonra neyi nasıl yapacak demokrasi talep edenler?
24 Haziran bitti. Yorumu, tartışması bitmedi. Çünkü ciddi ve kitlesel bir şekilde hile yapıldığı yolunda açık ve somut işaretler olduğu gibi, tehdit ve zorla seçim kazanan ya da kazanmış gibi görünen bir iktidar var karşımızda. Ya da bir Tek Adam!
Bir çok tartışma eş zamanlı yürüyor:
Resmi adı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olan rejim, Türkiye’de şimdiye kadarki uygulaması ve mevzuatıyla aslında Cumhuriyet görünümlü bir Monarşi. Üstelik sahibinden ve hiç kullanılmamış!
Monarşi ve Monark sözcüklerinin etimolojisinde Mono (Tek) ön eki var.
Fransız siyaset bilimcisi Maurice Duverger, 5. Cumhuriyet için bile, ki aslında Yarı Başkanlık rejimidir üstelik gerekli denetim ve denge mekanizmalarına da sahiptir, ‘’Cumhuriyetçi Monarşi’’ sıfatını uygun görmüştü. Çünkü De Gaulle’ün tasarladığı bu sistemde, Cumhurbaşkanının, klasik Parlamenter rejime oranla çok fazla yetkisi ve gücü vardı.
Burada mesele, Kral’ın/Hükümdar’ın/Başkan’ın seçim sonucu iktidara gelmesi. Oysa ki Monarklar eskiden ya Monark çocuğu oldukları için tahta kurulur ya da darbe yapıp babasını/kardeşlerini öldürüp Saray’ın sahibi olurlardı.
Şimdiyse, ABD’den Fransa’ya Türkiye’den Çin’e kadar, hükümdarlar, yurttaşların oylarıyla iş başına geldikleri için kendilerini olağanüstü meşru ve yasal görüyorlar. Saddam, Kaddafi ve benzerleri de %90 ila %95 arasında oy alıp iktidarlarını sürdürmüşlerdi.
İran’ın resmi adı ‘’İran İslam Cumhuriyeti’’. İslam var da Cumhuriyet mi Tahran’da uygulanan rejim?
Kuzey Kore’nin resmi adı ‘’Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’’! Kim’in ülkesinde Demokrasi ya da Cumhuriyet mi var?
Bu sıfatlar, bu etiketler aslında reklam vitrininde yanıp sönen ideolojik sloganlardan başka bir şey değil. Çünkü gerçek hayatta, toplumsal karşılığı olmayan sözcükler bunlar. Neon ışıkların güneş ışığından çok büyük bir farkı vardır.
Burada da Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘’laik, demokratik ve sosyal bir devlet’’ olduğu yazılı Anayasa’da. Her üç sıfatın da uygulamada hiçbir karşılığı yok bugün.
Bu saptamalardan yola çıkıp büyük siyaset alimi Aysun Kayacı’yı doğrulayacak halimiz yok herhalde. Kemalist laikperverlerin , İslami görünümlü yeni neo-liberal elitleri ve özellikle de onların lümpen destekçi kitlesini ‘’aptal’’, ‘’gerzek’’, ‘’cahil’’ diye nitelemesi de elitizmin çıkmazı olsa gerek.
Demokrasi, gökten zembille inen bir rejim, ya da hükümdarların bağışladığı bir sistem değil. Demokrasi, bitmez tükenmez bir mücadele amacı. Kimileri, kendilerine uygun gelen durakta ineceklerini söyleseler de… Oysa ki tarih, kültür, eğitim, coğrafya gibi çok sayıda faktörün etkisi var demokrasinin oluşup gelişmesinde. Keza bozulup gerilemesinde de.
Demokrasi kimi zaman yenilir (Mesela 1973’de Allende Şili’sinde) kimi zaman da kazanır (1994’de Mandela’nın Güney Afrika Cumhuriyetinde).
Siyasal Bilgiler diye akademik bir disiplin olmasına rağmen siyaset, pozitif bir bilim değil. Dolayısıyla toplumsal mühendislikle siyaset yapılamıyor, yapılırsa da başarılı olma ihtimali çok az.
Demokrasiden, özgürlükten, bağımsızlıktan, çoğulculuktan, kamu çıkarından, emekten yana olanların 24 Haziran yenilgisi (?) sonrasında oturup bir dizi soruya aklı başında, inandırıcı, gerekçeli yanıtlar arayıp bulması gerekiyor:
Soruları çoğaltmak mümkün. Yanıt verirken de ‘’Türkiye’nin %99’u Müslüman, seçmenin yüzde 70’i de muhafazakar, buna göre bir siyaset belirleyelim’’ dersek, ki 20 yıldır deniyor, kopya İslamcılık ya da mış gibi muhafazakarlıkla, seçmenin gözünde, orijinalinden daha cazip hale gelmek mümkün değil.
Artık kesin, net yani yepyeni, yaratıcı/halkçı/hakiki solcu bir yaklaşıma/perspektife müthiş ihtiyaç var. İngiltere’den Jeremy Corbyn rol model olabilir.
Cevap arama süreci ise salt akademik, entelektüel bir çaba değil. Mümkün olduğunca geniş katılımlı, paylaşmacı, uygar bir tartışma ortamına ihtiyaç var.
Yenile yenile yenmesini de öğreneceğiz bir gün.