Mehmet Altan: Cuma’yı kaçırmayanlardan tecavüze ses çıkmıyor - Nabız Gazetesi - Rize Haberleri, Artvin Haberleri,Karadeniz Haberleri,Kadın,Çevre,Bölge Haberleri,insan hakları,cinsellik,dünya,siyaset,emek

SON DAKİKA

Nabız Gazetesi – Rize Haberleri, Artvin Haberleri,Karadeniz Haberleri,Kadın,Çevre,Bölge Haberleri,insan hakları,cinsellik,dünya,siyaset,emek

Mehmet Altan: Cuma’yı kaçırmayanlardan tecavüze ses çıkmıyor

Bu haber 03 Ocak 2021 - 14:18 'de eklendi ve kez görüntülendi.
Mehmet Altan: Cuma’yı kaçırmayanlardan tecavüze ses çıkmıyor


Karaman’da yaşanan tecavüz olayı ile ilgili Mehmet Altan, muhafazakar kesime yüklendi

SERVAN ALTIKANAT /HABERDAR (RÖPORTAJ) 

 

Akademisyen ve yazar Mehmet Altan, Karaman’da Ensar Vakfı’na bağlı evlerde yaşanan tecavüz olayı ile ilgili muhafazakar kesimi sert bir dille eleştirdi. Cuma’yı kaçırmayanların tecavüz karşısında seslerini yükseltmediğini belirten Altan, “Muhafazakârlara bakılırsa ahlâklı olmak için “dindar” olmak yeterlidir… Ama siyasal İslamcıların iktidarında olup bitenler, bu kanaatin hiç de doğru olmadığını her gün yeniden kanıtlıyor. Tarihimizin belki de en büyük yolsuzluk dönemini yaşıyoruz ama Cuma’yı kaçırmayanlardan bir itiraz yükselmiyor…” dedi. 

 

Güneydoğu’da hükümetin uyguladığı operasyonları da eleştiren Altan ” Siyasal iktidar bu kandan Türk usulü başkanlık çıkarmak gibi çok ahlaksızca bir siyasi hesap peşinde koşsa da, her gün onlarca insanını kaybetmeye başlayan ülkede bu acı taşınamaz bir hal almış durumda”  ifadesini kullandı 

 

Türkiye’nin içinde bulunduğu süreci tarif eder misiniz?

 

Demokratik bir hukuk devleti kimliğini “görüntü” düzeyinde bile koruma vasfını yitirmiş, ağır bir toplumsal çözülme yaşayan ve İttihat ve Terakki’nin “siyasal İslamcı” bir versiyonu ile karşı karşıya bir ülke. Ya silkinip ağır tahribatını onararak, suçlulardan hesap sorarak, yaşadıklarından ders alarak yola devam edecek ya da buharlaşacak. Tarihi bir kavşak noktasında olan bir ülkeyiz şu anda… Türkiye’nin bugünkü varlığını sürdürüp sürdüremeyeceğinin belirleneceği bir süreçten geçiyoruz.

 

Bu siyasal iktidara AB reformları yaptığı, askeri vesayet ile mücadele ettiği, 27 Nisan e- muhtırasına ve kapatma davasına muhatap olduğu dönemde destek vermiştiniz. Şu an ise tamamıyla muhalifsiniz. Geçmişle ilgili hiç otokritik yapıyor musunuz?

 

Askeri vesayete de, sivil vesayete de, faşizme de, Siyasal İslamcı yobaz bir baskıya da kökünden karşı olan, devletin halkına, bireylerin de bireye zaptiyelik etmediği, evrensel hukuk kurallarının geçerli olduğu, çoğulcu, çok sesli ve demokratik bir Türkiye isteyen birinin yapması gerekeni yaptığım için otokritiğin gereği olduğunu düşünmüyorum doğrusu. Cami efradı ile kışla cemaatinin zıtlaşmasından demokrasi çıkmıyor. Demokratik bir hukuk devleti çabası ve bu ilke üzerinden tutarlı duruş da, bu nedenle bu hedeften uzakta seyredenlerin algılamasını aşıyor.

 

Muhafazakarlar “çocukları korumalıyız” refleksini göstermiyor

 

Karaman’da Ensar Vakfı’na bağlı, ‘illegal olduğu iddia edilen’ evlerde, 53 yaşındaki bir öğretmenin 10 erkek çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu skandalı ortaya çıktı. Kendisini “mütedeyyin” olarak tanımlayan AKP’nin ve ona yakın çevrelerin bu skandal karşısındaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

 

Bu konudaki görüşlerimi, Özgür Düşünce Gazetesi’nde “Muhafazakar Ahlak ve Karaman” başlığıyla da yazmıştım… Muhafazakârlara bakılırsa ahlâklı olmak için “dindar” olmak yeterlidir… Ama siyasal İslamcıların iktidarında olup bitenler, bu kanaatin hiç de doğru olmadığını her gün yeniden kanıtlıyor. Tarihimizin belki de en büyük yolsuzluk dönemini yaşıyoruz ama Cuma’yı kaçırmayanlardan bir itiraz yükselmiyor… Siyasal İslamcıların her türlü ahlâksızlığını görmezden geliyorlar… Dinle ahlâk arasındaki bağı inatla ve istekle kopartıyorlar.

 

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, “Buna bir kere rastlanmış olması, hizmetleriyle ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz” diyor ama hafızamızı tazelediğimizde kurumun adının karıştığı benzer olaylara rastlıyoruz. Misal 2008’de Vakfın Çorum Şube Başkanı olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Zekai İşler, iki kız öğrenciye tecavüz suçlamasıyla hapis cezasına mahkum edilmiş. Keza, vaktiyle (2001-2003) Ensar Vakfı Rize Şubesi Başkanlığı’nı yürütmüş olan Mehmet Nuri Gezmiş isimli bir şahıs da, küçük yaştaki 2 erkek çocuğa cinsel istismarda bulunduğu suçlamasıyla geçtiğimiz Ocak ayında tutuklanmıştı…

 

Bu korkunç olaylar, içe kapalı yaşayan, ahlâklı olduğunu iddia eden, dindar olmanın temiz olmaya yettiğini ileri süren bir yapı içinde cereyan ediyor… Mahkemece kabul edilen ve basına yansıyan iddianameye göre, 2012-2013 ve 2014’te, üç yıl boyunca, Ensar Vakfı’na ait yatılı evde 3, daha sonra Karaman Anadolu İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği’nin pansiyonunda 7 olmak üzere 10 çocuğa cinsel istismarda bulunulmuş. Çocuklar, kendilerine cinsel istismarda bulunulduğunu anlatırken; Adli Tıp Kurumu’nun raporu da bu anlatımları doğrulamış. Bu dehşet verici, “ben insanım” diyen hiç kimsenin kabullenemeyeceği felaketleri herkesten önce sorgulaması, cerahati akıtması, bu rezilliği teşrih masasına yatırıp gerçekleri ortaya çıkartması gereken muhafazakar kesim, ne yazık ki çocukları değil “kendilerine ait” olduğunu düşündükleri bir vakfı korumaya öncelik veriyor. Onların vicdanından beklenen “çocukları korumalıyız” refleksini ne yazık ki göstermiyorlar. İlk reflekslerinin “partimizi, vakfımızı korumalıyız” olması çok şaşırtıcı. Muhafazakar kesimin hem bu olayları sorgulaması, hem de “biz vicdani reflekslerimizi yitiriyor muyuz?” diye kendisine sorması gerekli bence.

 

17-25 Aralık sürecinin kapatılmasının ihtimali dahi yok

 

Türkiye’de 17 Aralık soruşturması kapsamında gözaltına alınmış, 74 gün tutuklu kalıp tahliye edilmiş iş adamı Rıza Sarraf şu an Miami’de tutuklu… “İran yaptırımlarını ihlal ederek ABD’yi dolandırmak, bankacılık sahtekarlığı ve kara para aklamak” gibi çok ağır suçlamalardan 75 yıl hapsi isteniyor. Kefalet başvurusu ilk duruşmada reddedildi. Gözler ikinci duruşmaya çevrilmişken, soruşturmayı başlatan savcı Preet Bharara, Sarraf’ın “kefaletle serbest kalma” talebini geri çektiğini ve yargılamanın New York’ta devam edeceğini duyurdu. Sizce Rıza Sarraf, Amerikan adaleti ile işbirliği mi yapacak? Biliyorsunuz, Amerikan adalet sisteminde, savcı ile işbirliği yapılması halinde, cezalarda indirime başvuruluyor…Davanın ucunun, Türkiye’de bazı kişi ve kuruluşlara uzanıp uzanmayacağı hususundaki görüşünüz nedir?

 

Türkiye’de 17-25 Aralık sürecinde siyasi iktidar hukuk devletini ortadan kaldırdı, yargıya darbe yaptı. Bu kadar önemli bir dosyanın adil bir şekilde yargılanmasını engellediğiniz zaman artık orası devlet olmaktan çıkar. Hukukun üstünlüğü ve yargının üstünlüğü söz konusu değildir. Doğrusal olarak devletin hukuksal olarak ortadan kaldırılmasıdır. Hukuk devleti olarak ne yapılması gerektiğini ABD şu anda Türkiye’ye öğretiyor. Bu durumun Türkiye’ye etkileri ve yansımaları da olacaktır. İşleri yoluna koydum diye düşündüğünüz zaman bir anda önünüze dosyayı koyabilirler. 17-25 Aralık sürecinin kapatılmasının ihtimali dahi yok. Hukuk katledildiği vakit dünya hukuku katletmiyor. Hukuku katledeni de cezasız bırakmıyor.

 

İktidar medyasında, soruşturmayı başlatan New York savcısı Preet Bharara’nın “paralel” bağlantısının olduğuna dair haberler çıktı. Güya savcı “FETÖ lideri Fethullah Gülen’le yakın ilişkisi olan New York senatörü Schumer’in eski başdanışmanı” imiş…Ne dersiniz, Bharara sizce de “paralel” mi?

 

Siyasal iktidar kendi hırsızlığı ve yolsuzluğu ortaya çıkınca yargıdan nasıl kaçacağını bilemedi, bugün de Türkiye’nin devleti ve yargısı suçlular yargılanmasın diye adeta yok edilmekte… Suçluların yargıdan kaçarken uydurdukları gülünç saçmalıkların doğru dürüst bir demokratik hukuk devletinde geçerliliği yok. Demin de söylediğim gibi ABD Türkiye’ye hırsızlıktan, yolsuzluktan suçlu olanlara ne yapılır onu gösteriyor… Madem her şey “paralel” yüzünden, neden suçlanan dört bakanın her yere “demokrasi kahramanı” olarak heykelini dikmediler de, siyasetten sildiler? Bu ülke çok hırsız gördü ama böylesine hem hırsız hem yüzsüz olanını görmemişti…

 

Baskın bir erken seçim ve Türk usulü faşizm…

 

Son 10 ay içerisinde, memleketin birçok yerinde (Diyarbakır, Suruç, Sultanahmet, İstiklal Caddesi, Ankara) çok sayıda insanın yaşamını yitirmesine ve yaralanmasına sebebiyet veren bombalı saldırılar yaşandı. İktidar medyasından “Terörle yaşamaya alışın” sesleri yükseldi. Terörle yaşamaya alışmak zorunda mıyız?

 

Türkiye’de terör, acımasızca ve ahlaksızca iç siyasetle bağlantılı kullanılıyor izlenimi veriyor. Çünkü terörü yapanlarla ilgili her şey biliniyor ama adamlar kendini patlatıncaya kadar yakalanmıyor. Siyasal iktidar katliamlardan dolayı oyunun arttığını söylüyor. HDP’yi baraj altında bırakıp, MHP’nin oylarını çalarak, baskın bir erken seçim yaparak Türk usulü bir faşizm peşinde koşanlardan her şeyin beklenmesi gerektiğini unutmamalıyız… İktidardan gitmemek için her yolu denerler. Anladığım önce siyasal strateji olarak şiddet, sonra baskın erken seçim, sonra Türk usulü Faşizm…Bu hesapları yapanlar unutmasın; hayat, sen planlar yaparken başına gelendir…

 

Güneydoğu’da çatışma ortamı ve sokağa çıkma yasakları sürüyor. Gerek asker, polis, gerekse sivil ölüm haberlerinin ardı arkası kesilmiyor…Bu kan ve gözyaşı akmaya devam mı edecek? Öngörünüz nedir?

 

Kan revan içinde kalan Türkiye, insanlarını büyük dramlarla kaybetmeye devam ediyor. Erdoğan çok soğukkanlı bir biçimde insanlarımızın ölümlerini istatistiki oranlarla değerlendiriyor, söylediği her rakamın ardında “öldürülmüş” bir insan olduğunu unutarak konuşuyor. Siyasal iktidar bu kandan Türk usulü başkanlık çıkarmak gibi çok ahlaksızca bir siyasi hesap peşinde koşsa da, her gün onlarca insanını kaybetmeye başlayan ülkede bu acı taşınamaz bir hal almış durumda… Bu dehşet daha ne kadar ve nereye kadar sürecek, hiç birimiz bilemiyoruz. Sorunun acilen çözülmesi, kanın durdurulması gerekiyor… Çözümü kim bulacak, sorusu da hayati bir soru olarak önümüzde duruyor. Tabii ki çözümü Türkiye, bölge, uluslararası dengeler, 21. yüzyıl dinamikleri bulacak. Bunları kim iyi okur, Türkiye lehine çözümler ve radikal bir demokrasi dönüşümü üretip bunu hayata geçirirse, o ülkeyi huzura kavuşturacak.

 

Anayasaya uymadığın, yasaları çiğnediğin zaman darbe ihtimalini hortlatırsın…

 

Erdoğan ABD ziyaretinde, CNN İnternational’ın tecrübeli ismi ve aynı zamanda UNESCO İyi Niyet Elçisi Cristiane Amanpour ile bir röportaj yaptı. Amanpour’un “Basına neden savaş açtınız?” sorusuna, Erdoğan, Can Dündar ve Erdem Gül’ü kastederek “casusluk basın özgürlüğü müdür?” diye soru sorarak yanıt verdi. Erdoğan’ın bu sorusuna sizin yanıtınız nedir?

 

Casusluk gizli bir iştir, gazetecilik ise bütün gizli işleri açığa çıkarma mesleğidir… Parlamentodan habersiz olarak gizlice yapılan bir silah ticaretini açıkça ortaya koyan haberleri yayınlamak nasıl “casusluk” olarak değerlendirilebilir? Erdoğan, kendi başbakanlığı döneminde yapılan bu tür işlerin ortaya çıkmasından rahatsız olduğu için böyle açıklamalar yapıyor. “Anayasaya uymayacağını” açıklayan ve anayasayı çiğneyen birinin sözleri bunlar… Bu sözlerin hukuki bir geçerliliği olmadığı gibi mantıki bir dayanağı da yoktur.

 

ABD’nin “neocon” düşünürlerinden, eski bir Pentagon yetkilisi Michael Rubin’in “Türkiye’de askeri darbe olasılığının yüksek olduğu” şeklindeki görüşü hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Kışlayı demokrasiyle aşmak ve Türkiye’yi rahatlatmak yerine, askeriyeyi sınırlamanın kendi güçlenmelerinin yolunu açtığını zannettiler. Türkiye’de hiçbir şeyi değiştirmeyip, mevcut 12 Eylül rejimi üstünden ‘Kışlayı yendim’ zannetmek, büyük bir gaflettir! Türkiye’yi rahatlatacak şey, AB standartlarında bir demokratikleşmeydi. Bunu yapmadan “Mevcut imkânları ele geçiririz. Askeri vesayetin gücünü biz kullanırız” dediler. Eğer bir vesayet olacaksa asker onu niye sana versin? Gayrimeşru bir vesayet sürdürülecekse, bunu elinde silah olan sürdürür! Bu tür söylentileri ve ihtimalleri önlemenin yolu “gayrimeşru” yönetimin kapılarını herkese kapatmaktır. Anayasaya ve yasalara uymaktır. Anayasaya uymadığın, yasaları çiğnediğin zaman ürkütücü ihtimalleri de hortlatırsın. Ülkeyi böyle yazılarla karşı karşıya bırakırsın.

 

Toplum demokratik tepkilerini göstermezse, iktidarın hukuksuzluğu ve şiddeti artar…

 

Bir adam veyahut bir iktidar, “hukuk, anayasa ve teamül” dinlemiyor, önüne çıkan her şeyi, herkesi ezip geçiyorsa, toplum veyahut muhalefet partileri bu tehlikeli gidişatın önüne nasıl geçebilir? Muhalefet ne yapmalı? Nasıl bir yol izlemeli?

 

Sadece muhalefetin değil, bir devletin elden ayaktan iyice düşürülüp yerine siyasal İslamcı keyfi bir zorbalık konduğunu, kendi ve çoluk çocuğunun geleceğinin yok edildiğini gören tüm insanların yasalara uygun, meşru direnme hakkını kullanması, demokratik temel hak ve özgürlüklerini kullanarak meydanları doldurması gerekir… Böyle bir toplumsal hareketi örgütlemek için de “hukuka” önem veren bütün muhalif partilerin, hukuk ve demokrasi çevresinde el ele vermesi elzem hale geliyor. Eğer muhalefet hukuk etrafında işbirliği yapmaz, toplum demokratik tepkilerini göstermezse, siyasal iktidarın hukuksuzluğu ve şiddeti artarak sürer.

 

Peki kendisini umutsuz ve çaresiz hisseden, AKP’nin ilelebet iktidarda kalacağı psikolojisine kapılan bu ülkenin kötümser sade vatandaşlarına, buradan ne mesaj vermek istersiniz?

 

Bu gidişi Türkiye kaldıramaz. Dünya da kaldıramaz. “Anayasaya uymayacağım” diyen, anayasayı çiğneyen Erdoğan bence çok zor bir oyun oynuyor. Yargılanmamak için iktidarı kaybetmek istemiyor, iktidarı kaybetmemek için de anayasayı çiğnemeye ve suç işlemeye devam ediyor. Bir zaman sonra şiddetten daha fazla medet umar olması da olasıdır. Türkiye yönetilemez bir hale geldi. Bu kadar baskı ve beceriksizlikle, yolsuzlukla, hırsızlıkla, zorbalıkla Türkiye iliklerine kadar dehşeti hissediyor… Ekonomi, ihracat, üretim, turizm, asayiş, adalet, ahlak tökezliyor. Herkes bunun çok uzun süremeyeceğini bilmeli. Kendi şehirlerini bombalayarak, her gün onlarca insanı ölüme göndererek, devletin ihalelerini kendi yandaşlarına bol kepçe dağıtarak, anayasayı çiğneyerek, “yargı bizim oldu” diyerek, adaleti yok ederek bir ülkeyi yönetemezler… Yönetemiyorlar da… Türkiye’yi bir var olma sorunuyla karşı karşıya bırakıyorlar. Türkiye, kendini kurtarmak için bu yolsuz ve yasasız iktidarın zorbalığının önünü kesecektir… Bunu yapamazsa varlığını sürdüremez çünkü.

 KAYNAK: HABERDAR 

Etiketler :
HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT
POPÜLER FOTO GALERİLER
SON DAKİKA HABERLERİ
İLGİLİ HABERLER
SON DAKİKA
betnis giriş
betnis
yakabet giriş