9:49 am - Hasan Türüt Siyasete mi hazırlanıyor ?
9:46 am - Fincancı: Hasta mahpusların cezaevinde tutulması işkencedir
9:34 am - HEDEP’in yeni kısaltması ‘DEM Parti’ olacak
9:08 am - Çıplak model Melisa Aydınalp “memelere özgürlük” eyleminde bakın neler oldu?
5:06 pm - Baroların futbol maçında Rize yenildi
5:01 pm - ‘Dinci, tekçi, faşistlere bu ülkeyi bırakmayacağız’
9:58 am - Tahsin Sancak “On milyon emeklimiz sürünüyor”
9:43 am - Sosyalizm ve tek parti iktidarı
YOLUN SONU
Bugün yaşanan gelişmelere bakıldığında net olarak gözüken bir durum var.
Ekonomide, yabancı para birimlerinde, özellikle dolardaki artış, Merkez Bankasının müdahalesine karşın yükselişini sürdürmekte. Buna bağlı olarak, Üretimde ve ticaretteki belirsizlik gün geçtikçe artmakta. Buna bağlı olarak sabit gelirlilerin alım gücü zayıflamakta, gittikçe fakirleşmekte.
Çalışan işçilerin asgari ücretinin belirlenmesine temel olarak alınan TÜİK verileri gerçeği yansıtmamakta. Bunu bilmek için uzman olmaya gerek yok. Çünkü her alış-veriş yaptığımızda fiyat artışlarını görüyoruz. İktidar Partili kimilerinin söylediği gibi “ azar azar alın, tüketin” önerisini biz zaten uzun yıllardır uyguluyoruz. Bir anlamda aklımızla da alay ediyorlar.
İktidar partisinden bir yetkili “Devletin verdiği Türk lirası ile döviz alanlar ahlaksızdır.” Diye demeç veriyor. Kendilerinin Yap-İşlet (yol, köprü, hava alanı v.s ) ihalelerini dolar kuru üzerinden ihale edilmesini nasıl değerlendiriyor, merak ediyorum. Bu taleplerini, devletin ihalesini verdiği iş adamlarından vergi borçlarının silinmesi karşısında talep edilmesi, vatandaşı cepte keklik gibi görülmesinin bir sonucu mudur?
Ekonomik Kurtuluş Savaşında olduğumuz ileri sürülerek vatandaşın birikimlerini (yastık altındaki birikimlerini Türk lirasına çevirmesini) kaçıncı kez talep edilmektedir. İlk taleplerinin sonucu ne oldu?
Bu arada, ekonomik çöküntüye bağlı olarak çok şaşırtıcı bir gelişme oldu. 15 Temmuz darbe girişiminin finansörü olarak olduğu gerekçesi ile düşman ilan edilen BAE (Birleşik Arap Emirliği) ile konusu ve detayı açıklanmayan 15 anlaşma imzalandı. Ve ilişkilerin daha da artırılması için çalışmaların sürdürüleceği açıklandı. Başka bir ilginç gelişme ise, yine BAE Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Akdeniz’de Doğalgaz arama çalışmaları için anlaşma yaptılar. Bu kadar çelişkili bir dış politikada dış güç aramaya gerek var mı?
En son tutunacak dal olarak da Çin Modelini öngörmekteler. Bu konunun da analınızı yapalım.
Birincisi, Çin de büyük yatırımlar devletin tekelinde. Bizde özelleştirme adına yok parasıyla satıldı.
Çin de bilim ve teknolojik gelişmişlik bizde yok. Dünya piyasalarındaki ürünleri yüksek teknoloji ürünleridir.
İkincisi, yurt dışından müsaade edilen yatırımlar kendi ekonomisini baltalamıyor.
Üçüncüsü, ucuz iş gücü var. Hedeflenen ucuz iş gücü olduğu anlaşılmaktadır. Yanı gelin bizim ülkemiz insanının iliğini sömürün. Ne pahasına? “Bakın işsizliği çözdük” demek için. Dünya ölçeğinde vahşi kapitalizmin son örneğini ülkemize davet ederken, Yöneticilerin ve çocuklarının 2002’den bu yana edindikleri servetle Karun gibi zengin oldukları unutularak bu teklifi yapılmaktadır.
Bu süreçte;
Ekonomik alanlarda Diyanet İşleri Başkanının konuyla doğrudan yetkisi olmadığı halde yorum yapması, görüş bildirmesi ile başlayan tutumuna, daha önce Türk Ziraat Bankasının T.C (Türkiye Cumhuriyeti) ibaresi kaldırılmışken, şimdide Diyanet İşleri Başkanlığının genelgesi ile Müftülüklerde ( T.C ) açık yazılımı ile Türkiye Cumhuriyeti yazısının kaldırılmasını istemiş olması ne anlama geliyor?.
Cumhuriyet döneminde kurulan fabrikalar bitti. Şimdide toprak satışları başladı. Son satışa sunulan Ayvalık açıklarındaki ÇİÇEK adası 105 milyona satışa sunuldu.
Yine, ekonomik gelişmeleri tanımlamak için KUR’AN süreleri ile açıklamayı bir bütün içinde değerlendirmek gerekiyor.
2023 seçimleri bu anlamda daha da önem kazanıyor.
Hasan Küçük kim.Müh